Konu insan
davranışları olunca, bunların belirli kalıp ve sınıflara nasıl sokulabildiği
sorusu akla Einstein’ın ünlü sözlerini getiriyor: “ Bilim, duygusal
deneyimlerimizin kaotik çeşitliliğini, mantıksal açıdan standart bir düşünce
sistemine karşılık getirme çabamız. Bu sistemde tekil deneyimler, kuramsal
yapıya öyle bir şekilde karşılık gelmeli ki, benzersiz ve inandırıcı bir sonuç
ortaya çıksın. Duyusal deneyim, insanın dışındaki bir konu çerçevesinde
gerçekleşir. Ancak onu yorumlayacak kuram, insan elinden çıkma ve olağanüstü
bir çabayla zahmet gerektiren bir uyum sürecinin sonucu: varsayıma dayalı, asla
tam anlamıyla kesin olmayan ve her zaman sorgulamaya, kuşkuya hedef olmaya
mahkum bir sonuç.”
Neden vücut dili?
1.Başkaları
üzerinde olumlu bir etki yaratarak amacımıza ulaşmak
2.Karşımızdakileri
daha iyi anlayarak etkili bir iletişim kurmak.
3.
Kendi beden hareketlerimizi denetleyerek, sosyal ortamlara daha çabuk uyum
sağlamak
4.Başkalarının gerçekte ne söylemek istediğini anlamak.
Bazen bir hareket bin söze bedeldir. Bir kişiyle iletişim kurduğumuzda
söylediklerimiz ne kadar önemli ise hareketlerimizle o kişide bıraktığımız
intiba da o kadar önemlidir. El, kol hareketleri, mimikler, dokunma, vücut
pozisyonu... İş yaşamında başarılı olmak isteyen kişi, iletişim kurduğu
kişilerin sadece söylediklerini değil, yüzü, eli, kolu ve bedeniyle
yaptıklarını da duymalıdır.
Araştırmacılar da benzer bir çabayla kinezik
adı altında inceledikleri iletişimsel beden hareketlerini, yüz ifadelerini ve
jestleri, bir sisteme oturtma amacıyla birkaç grupta toplamışlar. Sözcük ve
cümleler yerine kullanılan beden hareketlerini, amblemler: sözlü mesaja eşlik
eden anlamlarını güçlendiren hareketleri “tanımlayıcılar”; yüz ve ya beden de
duygu ifadesine neden olan hareketleri “ duygusal gösterimler”; iletişim akış
ve hızını denetleyen hareketleri “düzenleyiciler”; gerilimi denetleme
hareketlerini “ ayarlayıcılar” olarak sınıflamışlardır. Amblemler, anlamlarının
ülkeden ülkeye, bölgeden bölgeye değişebilmesine bağlı olarak, tümüyle evrensel
kabul edilmiyor. Sözgelimi birçok batı ülkesinde “her şey yolunda” veya “tamam”
anlamına gelen baş parmağı gösterme işareti İran, Afganistan, Nijerya da,
ayrıca İtalya ve Yunanistan’ın bazı bölgelerinde hakaret niteliğinde.amblemlerin
önemli bir özelliği de, sözcük öğrenir gibi öğrenilmeleridir. Çünkü bunlar
bedenin doğal çıktıları olmaktan çok, simgesel gösterimler. Tanımlayıcılarsa
daha evrensel olmakla birlikte bazı evrensel yanlış anlamaların da kaynağı.
Başını hafifçe yukarı aşağıya sallayarak onu dinler görünen kocasının,
kendisiyle hemfikir olduğunu sana birçok kadın, farkında değil ki aslında “ sen
devam et, bende arada kulak kabartırım.” Diyor. Tabii bütün hareketlerin bu
sınıflardan birine mutlaka dahil olacağını söylemek mümkün değil.
Postür, yani duruş, kişi
hakkında önemli ipuçları veren, kişi açısından da söylemek istedikleri için çok
verimli bir araçtır. Kıpırtısız dimdik bir asker, öğretmenin karşısında
büzülmüş bir öğrenci, bacak bacak üstüne atmış mağrur bir hanımefendi.... Salt
oturuşu ya da yürüyüşüne bakarak tanımadığımız birini çekingen, pısırık yada
kendinden fazla emin olmayarak değerlendirdiğimiz, mutlaka olmuştur. Postür’ün
iletişimsel değerini en iyi takdir edenler tiyatro ve sinema oyuncuları, başta
da pandomimciler olsa gerek. Ancak araştırmacılar içinde çok yeni bir konu
değil. William James, beden postürü yoluyla ifadeyi konu alan ve 347 farklı
postürü incelediği 1932 tarihli çalışması sonucunda yüz ifadesi, jest ve
postürlerin, çözümlemeye yönelik olarak ayrı ayrı incelenebilirseler de
,ifadenin bütünü açısından birbirleriyle bağlantılı olduklarını vurgulamıştır.
Günümüzde kabul edilen modellerde aslında pek farklı değil: En çok benimsenen
model, postürü açık/kapalı ve ileri/geri şeklinde tanımlıyor. Annesi onu
azarlarken kollarını kavuştur mu, yüzünü yana çevirmiş duran bir çocuk,
annesinin mesajına “kapalı” bir çocuktur. Sizi dinlerken tümüyle size dönük,
“ileri” uzanmış biri de iletişime büyük olasılıkla açıktır. Bu iki grubun
farklı kombinasyonları da söz konusudur.İş dünyasındaki hemen hemen bütün insan kaynakları
kursları, sözsüz iletişim ya da beden dili üzerinde durmaktadır. Müzakere
kurslarında, eğitmenler birinin karşısındakini nasıl bir kitap gibi
“okuyabileceğini” vurgulamaktadır. Eleman seçme kurslarında öğretmenler
adayların yalan söyleyip söylemediğinin nasıl belirlenebileceğini
öğretmektedirler. Değerlendirme atölye çalışmalarında danışmanlar
değerlendirilenlerin, kendi geri bildiriminden nasıl hoşnut olduklarını ya da
düş kırıklığına uğradıklarını göstermek için video geribildirimi yöntemi
kullanmaktadırlar. Hiçbir satış kursu, satışları en yükseğe çıkarmak için
müşterilere neyi ve nasıl gözlemlemeleri gerektiği konusunda öğüt vermeden
geçmez.
Yüz ifadeleri, beden
dilinin hem anlamı en açık sözcüklerini, hem de neden- sonuç ilişkisine
oturtması en güç bölümünü oluşturuyor. Özellikle gözlerin ve bakışların
kazandığı önem, bazı araştırmacıların ilginç çıkarımlar yapmalarına bile neden
olmuştur. Yüz ifadesiyle ilgili olarak
19. yüzyılda Charles Bell’le, özellikle de ifadenin anatomi ve fizyolojisiyle
ilgili olarak yayımladığı kitabıyla başladığı kabul ediliyor. Bell’in
çalışmaları, duygusal ifade üzerine incelemelerde Darwin ve kendisinden sonra
gelenlerin yıllar boyunca duygularla dolaysız ilinti kurdukları yüz ifadelerini
şimdilerde bu yönüyle sorgulayanlar,
ifadelerle duygular arasında bire bir ilişki zorunluluğunun olmadığını
savunanlarda yok değil. Evet diyorlar, yüz ifadelerinin duyguları yansıttığı
tümüyle mantıksız değil; ancak, aslında her şeyin duyguları yansıttığı
gerçeğinin göz önüne alınması koşuluyla. Hele gerçek duyguları gizleyebilme
özelliğinin bile duygulardan kaynaklandığı düşünülecek olursa! Diğer karşı
çıkışlar da, hepimizin aynı yüz kaslarına sahip olduğumuz ancak bu kasların,
ifadede farklı kültürlerde farklı kombinasyonlarla kullanılacağı yolunda.
Darwin dönemi ve sonrasındaki bilim adamlarının, duyguların yapay ve hatta batı
kültürünün bir icadı olduğu iddiaları da kayda değer. Darwin bu konuda üç
ilkeyi ortaya atmıştır. Bunlardan birincisi, hareketlerde oluşan bazı
ifadelerin amaca yönelik olduğu “kullanılabilir alışkanlıklar” ilkesi; bir
diğeri, bazı ifadelerin, diğerleriyle zıt olmaları nedeniyle seçildiği”antitez”
ilkesi; üçüncüsü, “sinir sisteminin doğrudan hareketi” ilkesidir.
(Tozar,s.70-72)
Buna karşın, beden
dilimizi kullanma yetisini kazanmak için fazla zaman ayırmıyoruz. Bir hastayla
konuşmak istediğinizde girip yanında ayakta mı duracaksınız? Gülümseyecek
misiniz? Elinizi uzatıp ona doğru mu yaklaşacaksınız? Bir işe ve ya yere
müracaat ettiğinizde, karşınızdaki kişi sizin sinirli olmanızın nedenini
bilmeyecektir. Her ne olursa olsun, beden dilimiz, kafanızdaki düşüncelerinizi
bir şekilde ortaya koyacaktır. Ancak, bu dışa vurumun tercüme edilmesi gerekmektedir.
Fakat beden dili tek başına gerçekleri anlatıcı kriter olarak da
görülmemelidir. Beden dilinin olumlu ya da olumsuz olarak nitelenen bir sözlüğü
olduğu bilinmektedir. Desmond Morris’in, beden dili kitabında insan jestlerinin
ne anlama geldiği anlatılmıştır. Morris 600’den fazla mimiğin anlamını
sıralamıştır(Tekeli, s.27)
Yorumlar
Yorum Gönder